DOLAR32,1884% -0.24
EURO34,9507% -0.09
STERLIN41,2320% 0.13
FRANG35,1953% -0.09
ALTIN2.429,60% 0,46
BITCOIN70.068,021.931

Gençliğin sessiz çığlığını taşıyan çok renkli öyküler

Romanlarıyla her yaştan okura ulaşan Füsun Çetinel, ilk öykü kitabı “Olmayan Şeyler’i gençler için yazdı. Füsun Çetinel ile 15 kısa öyküden oluşan bu kitabı hakkında konuştuk.

Yayınlanma Tarihi :
Gençliğin sessiz çığlığını taşıyan çok renkli öyküler

Yeni kitabınız “Olmayan Şeyler”de öykülerinizle gençlere sesleniyorsunuz. Kitapta, onların kendi kimliklerini bulma, keşfetme yolculuklarına dair birbirinden çarpıcı, derinlikli öyküler okuyoruz. İç dünyaları kadar dışarıdaki dünyanın da gençler üzerindeki etkisini görüyoruz. Gençler için yazmak nasıl bir duygu?

Gençlerin hikâyelerini herkes için kuşaklar arasında bir anlayış köprüsü oluşturabilme umuduyla yazıyorum. Gözlemliyorum, dinliyorum, notlar alıyorum. Karakterlerim her gün sokaklarda, metrolarda, kafelerde yanlarından geçip gittiğimiz ama dertlerine kulak tıkadığımız, anlamaya çalışmaktansa çoğunlukla eleştirdiğimiz kişiler. Genç okurlar karakterlerim için “çok bizden” yorumunu yapıyor. Yaşını başını almış okurlarım ise öykülerimin onları gençleştirdiğini, genç kuşağa karşı artık daha duyarlı ve anlayışlı olmaya çalıştıklarını söylüyor. Bunları duymak beni heyecanlandırıyor, cesaretlendiriyor, umutlandırıyor, gençleştiriyor.

EN SEVDİĞİMİ METAFORLAR

– Öykülerin çoğunda bir yolculuk teması var. Bu fiziki yolculuklar aynı zamanda kahramanların içsel yolculuklarına da işaret ediyor. Yol metaforunun sizin için önemi nedir?

Atölye çalışmalarımın ilk dersine mutlaka Ferit Edgü’nün “Yolculuk” adlı küçürek öyküsüyle başlarım. Yol ve yolculuk, edebiyatta belki de en sık kullanılan ama en sevdiğim metaforlardan ikisidir. Fiziki yolculukların içsel yolculuklara dönüşmesi kaçınılmazdır bence. Yazları, iki-üç aya varan uzun yolculuklara çıkarım. Yolda olmak bir nevi Araf halidir. Bir süreliğine ne arkamda bıraktığım dünyaya, ne de varış yerime aitimdir. Tek başına tanımadığım sokaklarda dolaşmak, alışık olmadığım sesleri, kokuları duymak, tatları almak, kendime ve hep ait olduğum dünyaya yabancılaşmamı, dışarıdan eleştirel bir gözle bakabilmemi sağlar. Her yolculuk sonrasında biraz daha çoğaldığımı, biraz daha büyüdüğümü hissederim.

BAŞKA BİR HAYATIN ÖZLEMİ

– Samatya, İstanbul, Berlin, Prag, Pera Palas… Her öyküde başka bir ülke ve semt. Mekânlar farklı ama kahramanların hep Olmayan Şeyler’i var. Nerede olursak olalım, insan kafasının içine sıkıştığı süre boyunca aslında hep aynı yerde mi?

Şehirdekiler kırsala, köydekiler kente, doğu batıya, deniz kenarındakiler dağlara kaçıyor. Hep başka bir hayatın özlemi peşinde oradan oraya sürükleniyoruz. Ama nereye gidersek gidelim, kafamızın içindeki sıkışmışlıktan kurtulamıyoruz. Doğuyoruz ve ölüme dek -Sisifos gibi- olmayan şeyleri oldurmaya çabalıyoruz, düşerek kalkarak, her gün ve her gün yeniden. Hepimizin başka bir meselesi var. Hikâyeler de işte tam bu noktadan çıkıyor.

– Gençlerin düşünme biçimlerini, kaygılarını bu kadar iyi anlamanızın sebebi nedir? Sizce hangi dönemde yaşarsa yaşasın gençliğin değişmeyen bir derdi mi var?

Özel dersler, ortaokul ve lise öğretmenliği, İngiltere’de dil okullarında grup liderliği, gençlere mesleki eğitmenlik, kariyer koçluğu, yaratıcı yazı çalışmaları, STK projeleri, uluslararası çalışma kampları derken hep gençlerin yanında oldum, onlara kulak verdim, onların gözünden süzdüm dünyayı. Gençliğin de benim de derdimiz ortak aslında, kendimiz olmak; dayatılmış hazır sisteme karşı koymak, çevredekiler tarafından yargılanmamak, başkalarının doğrularının, kurallarının, ezberlerinin temcit pilavı gibi önümüze sürülmemesi. Başka düşüncelerin, gerçeklerin, dünyaların var olabileceğine dair inancımızı ve umudumuzu hep ama hep korumak.